İzmir’den Kız Alma

Kankanın söz nişan törenine gitmek gerekir. Kimi zaman bu bir akşam vakti bir kaç saat süren bir etkinlik, kimi zaman tüm günlük bir etkinklik olabilir. Bazen ev ortamında aile arasında sade bir tören bazen de etkinlik alanında (düğün salonu, vs.) olabilir. Söz konusu Fatih olduğundan bu tarz törenler çok minimalist olamıyor 🙂

Şimdi size kız istemeye giderken nasıl canımızdan oluyorduk onun hikayesini anlatacağım.

Urla, İzmir’in yakın zamana kadar göz ardı edilmiş ancak şimdilerde popüler turistik sahil kasabası… Sağolsun tatlı bir otelde yakın arkadaşları için yer ayarlamış ve üniversite tayfasını çağırdı tören için. Tabii bizler de bu daveti kırmayarak icabet etmek istedik. İstanbul’dan katılacaklar Olcaylar, Bülentler, Elçinler ve bizdik. Bülent beni aradı tek gelebileceğini söyledi, bu yüzden birlikte gidebiliriz dedi tek araba. Sonra dedim dur bakim Elçinler ne yapacak. Elçinler de gideceklerini söyledi ve hep beraber tek araba gidebileceğimizi söylediler. İyi de 5 kişi oluyoruz zor olmaz mı? Geniş araba lazımdı. Ancak toplam 3 ailenin biri küçük biri eski (eskinin kime ait olduğunu söylemeye gerek yok) ve sonuncusu da BMW (wuuuhuuu!!!)

Hemşom dedi ki herkes küçük valiz getirirse bagajı mantıklı şekilde doldurur ve 5 kişi yolculuk yapabiliriz. Karar verildi ve buluşma saatinde eşimle küçük bir bavul hazırladık ve Sait Çiftçi’nin köşede gelmelerini bekledik. Yaklaşık yarım saat gecikmeli de olsa gelebilmişlerdi. Herkes için taze simitlerimiz ile arabaya yerleştik ve yola çıkıldı.

Şoför koltuğunda Bülent keyfi yerinde, dinç ve kontrollü şekilde ilerlemeye başladık. Ben hız seven biri olmadım – Dilara’nın tersine, o yüzden simidimi yiyerek yolculuktan keyif alıyordum. Elçin biraz sıkıştı tabii Dilara ve benim aramda oturmak kolay değil BMW’nin de arka koltuğu bir tık sıkışıkmış.

Alper’in keyfi en gıcır olanımızdı. Yan koltukta mis gibi espriler müzikler falan derken artık Susurluk’a gelindiğinde yer değişikliği talebimiz oldu. Ve bence en baştan olması gereken oturma düzeni yani benim yan koltukta oturmamı sağladık. Ancak bu konfor maalesef istediğim kadar uzun sürmedi. Göz yaşları ve bağırışlarla Alper ile tekrar yer değiştirdik 🙂 İlk başta inanmamıştım ama çocuk ciddi manada rahatsız olmuştu arkada giderken.

Neyse 130Km/Saat sabit hızla Urla sınırına vardığımızda bizden yaklaşık 3 saat sonra Kocaeli’nden çıkan Mustafa’lara yetişmiştik. Olcay’lar çoktaaan mekanda online olmuşlardı bile. Odamıza geçip bir süre hazırlık ve dinlendikten sonra güzel Urla’nın tatlı bir bölgesinde Fatih ve Eda’nın nişan törenine katıldık.

Çok tatlı bir villa’nın bahçesindeydi tören, villa Eda’nın çok yakın arkadaşına aitmiş. Güzel bir organizasyondu, Alper gecenin sonuna doğru kemençe şovuyla yine ortalığı yıkmıştı. Keyifli şekilde otelimize geri dönünce birlikte oturup birşeyler yedik ve sohbetler edildi.

Eda çok uzun yıllar Urla’da vakit geçirdiği için bize sabah kahvaltıda yemek için bir börek önerdi. Gözleme gibi aslında, yumurtalı ve içinde maydonoz falan var olan bir hamur işi, kızartılıyor ve öyle servis ediliyor sıcak sıcak. Urla Katmeri deniyor ve sahilde bu işi iyi yapan bir yer söyledi. Sabah Dilara ile kalkıp ilk iş oraya gitmek oldu. Bizden kaçar mı? Böyle lokal lezzetler tadılmadan gidilir mi be?

Nişan töreni Cuma günü resmi tatil olduğu için Cuma günü yapılmıştı ve böylelikle şehir dışından katılımcılar Cumartesi dönüp Pazar günü de dinlenebilecekti. Ancak tabii ki her grupta bu dinlenme faslını çok sallamayan insanlar olur, “1 gece daha kalmasak mı?” dediler. Hemen çocuklular ve planı olanlar aradan sıyrıldı ancak biz tek arabalılar ya hep ya hiç şeklinde bu soruya tamam dedik.

Bilirsiniz benim eşimin damak zevki ve gurmeliğinin ne denli gelişkin olduğunu. Urla’dan gelirken önünden geçtiğimiz Od Urla’da bir akşam yemeği yeme fikrini dile getirmiş ancak demokratik seçim ile kaybetmişti. Keşke o an “Hayır ne Alaçatısı Od Urla’ya gitmeliyiz” demeliydim. Ama Urla’daki otelimizde 1 ek gece kalamayacağımız kesindi ve orada yemek yersek kalacak yerimiz olmayabilirdi. Belki de olmamalıydı. Belki de orada yemek yedikten sonra güzel güzel evimize dönmeliydik. O an işte başımıza geleceklerden habersiz Alaçatı’nın yolunu tutmuştuk bile.

Alaçatı’ya gelmeden önce Urla merkezde manasız bir dondurma yemiş ve oturduğumuz yerden AirBnb üzerinden villa bulmaya çabalıyorduk. Elçin’in pazarlığı ile bir villa ayarlamış ve aktif olmayan havuzlu ve bahçeli villamızın önüne gelmiştik. Diyarbakır’lı bir ailenin eviydi, kendileri yaptırmış zamanında. Üst katı yeni temizlemişler (ya da öyle bize öyle söylediler) az kokulu çarşaf ve yorgan serili odamıza geçtik.

Biraz dinlenmenin sonrasında toplaşıp Alaçatı merkezine gittik güzel bir mekanda oturup yemek yemek için. Her zamanki Alaçatı ne zaman gidersen git pahalı ve kalabalıktır. Bir tatlı mekana geçtik. Tatlı olmayan mekan var mı bilemiyorum, ya da öyle bir algı oluşmuş ki her mekan butik ve güzel gibi sanki. Burada yedik içtik ve kalktık. Bir waffle bir kumru derken gecenin sonuna gelmişken eve nasıl gideceğimizi konuşuyorduk. Çünkü kaldığımız ev ile merkez arasında yürüme mesafesi 20-30dk kadardı.

Ancak direnişçi ve taksi karşıtı Martı şirketinin burada da bir çok motosikleti bulunuyordu. Elçin deneyimli bir motor sürücüsü olduğu için Dilara’yı gönül rahatlığıyla kendisine emanet ettim ve biz erkekler tabanvay, onlar ise motorla eve geçtiler. Biz villanın önüne geldiğimizde kızlar da birkaç dk önce vardıklarını söylediler. Şaşırdık. Meğer onlar da kendi çaplarında aksiyonlar yaşamışlar. Biz sokak köpekleri ile mücadele ederken onlar da Martı motorunun teknolojisi ile mücadele vermişler.

Sabah hazırlığımızı yaptık ve eve dönüş için yola çıktık. Sabah erken çıkarsak İstanbul’a erken gelir ve dinlenir bir sonraki gün işe daha zinde gideriz hayali ile Bülent 130Km/Saat ortalamasını arttırarak 170-180 basıyordu. Tekrar Susurluğa geldiğimizde hepimizin keyfi yerinde tostumuzu yedik. Bülent Alper’e kullanmak isteyip istemediğini sordu. Alper’de bu teklifi geri çevirmedi ve Alper’in şoförlüğünde yolculuğumuz başladı. bitti.

Evet çok sürmeden sol şeritte 180i gördüğünde ön taraftan tak tak tak diye sesler gelmeye başladı. Başta çalan şarkıdan geliyor sandım ama çok kısa bir süre sonra ekranda uyarı çıktı ve her şey yanıp sönmeye başladı, hemen sağa çektiğimizde ne olduğunu anlamaya çalışırken, aşağı indiğimizde vahim tabloyla karşılaştık. Verilmiş sadakalarımızı ve ailelerimizin duaları bir felaketin önüne geçmişti.

Ve Alaçatı – İstanbul yolunun yaklaşık 5 saat sürmesi gerekirken bir süre sonra ayarladığımız çekicinin üzerinde gece 1 gibi Atatürk Oto sanayiye giriş yapmıştık. Ve işin kötü tarafı Atatürk Oto Sanayi akşamları kapalı bir yer ve taksi bulmak gibi bir seçeneğiniz yok. Çok şükür bir tiktak gibi araba kiralama şirketine ait araba bulduk ve evlerimize sağlam şekilde geçtik.

Biz arabayı bulmaya gittiğimizde park halindeki bozuk arabayı yanlış ustanın dükkanına bıraktığımızı anlayan Bülent, kadınlarımızın gücünü kullanarak arabayı doğru dükkan önüne ite ite doğru dükkana taşıtmıştı.

Hız her zaman iyi bir şey değil, hele ki arabanızın bakımlarını da yapmıyorsanız hiç ama hiç değil.