Flixbus’ta Üst Kat

Hamburg’ta canım baldızımın evinde misafirliğimizin sonlarına yaklaşmıştık. Son haftasonumuzu Kopenhag’ın sokaklarında gezmek ve “Dünyanın en güzel hamburgerini” yemeğe gitmek için otobüs biletimizi almıştık.

Almanya’nın tren yolları gerçekten bir örümcek ağı gibi karışık ve çok gelişmiş ve meşhur bilindiği gibi, Hamburg için de bu geçerli, her yere bir şekilde tren ile gidebiliyorsunuz. Ancak adamlar otobüsler için çok da kasmamış. Merkezde bulunan bir otobüs garına geldik inanın bzim Bozüyük’teki otogar daha gelişmiştir 😀 Hadi akşamları çalışmıyorsunuz anladık da, akşam yolculuk yapacak insanlar için soğuktan korunmalık bir istasyon yapmaya niye üşendiniz? Bir de – bilmem kaçta, gece saat bilmem kaç, Hamburg’un tüm evsizleri ve biz…

Otobüs de dakik olmayınca bir gerildim ufaktan. Neyse ki geldi bir süre sonra. Otobüs çift katlıydı ve bizim biletlerimiz üst kattandı. Otobüs yolculuğunda en çok sevdiğim şey üst katta yolculuk yapmaktır. Çocukluğumdan beri merak ettiğim bir şeydi, şehirler arasında 2 katlı bir otobüse hiç binmemiştim. Çok da aşırı süper değilmiş çünkü normalde otobüs tavanına göre daha alçak ve yukarı çıkan merdivenler benim kalıbıma göre birazcık ufaktı. Ben zaten boz ayı gibi kat kat giyinik olduğum için merdiven çıkmak biraz klostrofobimi tetikledi.

Flixbus ile yolculukla alakalı bir ufak bilgi daha vereyim, eğer istemezseniz alacağınız bileti neresi boşsa otururum şeklinde alabiliyormuşsunuz böylece daha uyguna geliyormuş bilet fiyatı. Tabii biz üçün beşin hesabını yapmadığımız için yerimiz belli olan biletten aldık. Ancak yukarı çıktığımızda yerimizdeki amcayı dehledik, ama İpek kendi yerindekini dehlemedi onun yerine başka birinin yerine geçti. Yolculuğumuz başladığında içimiz kıpır kıpırdı.

Tabii zifiri karanlık, kar yağışı ile alışık olmadığımız sakin yerlerde böyle hiçliğe doğru bir yolculuk başladı. Arada otobüs manasız yerlerde durup yolcu alıyor ya da indiriyordu. Böyle manasız derken baya istasyon falan yok, otopark gibi yerlere giriyor ve duruyordu. Bizdeki dinlenme tesisinde çay ikram gibi şeyler zaten yok. Ve sabah olmuş ve biz buz gibi havada dünyanın en mutlu ülkesine gelmiş bulunuyorduk.

Hadi be oradan… bu soğukta insan nasıl mutlu olur? Neyse buna odaklanmayalım, her şey çok güzel acayip bir Lunapark var burada tarihi ve çok güzel, Emre bahsetmişti biraz. Baya da pahalıymış.

Döviz bürosunda paramızı değiştirdikten sonra turistik bölgelere yolculuğumuz başladı. Soğuk havanın bize etkisi saatler ilerledikçe iyice azalmıştı. Benim tuvaletim için bir mekanda mola vermemiz gerekti yine 🙂

Kopenhag’ta Dünyanın en iyi hamburgeri olduğunu kim söylemiş acaba? Kime göre en iyi? Evet çok iyi ama ben böyle şeylere çok takılıyorum. Türkiye’nin en iyi kuzu çevirmecisi var mesela Manisa’da. Böyle iddialı bir reklam tabelası olur mu ya?

Bir sonraki akşam ayrıca “Dünya’nın en iyi pizzasını” da yiyeceğimiz için abartmayalım dedik birer hamburger yedik. Yine tatlış mekanlar ve Tarabya sahil gibi Nyhavn’da fotoğraflar çekildik, sohbetler ettik. Akşam olduğunda da Emre ile buluştuk.

Emre’nin malikanesi gerçekten filmlerden çıkmaydı. Allah mutluluğunu daim etsin. Çok tatlı bir bahçesi, güzel bir mutfağı ve mini mini çok mu çok tatlı bir kızları var, Melodi. Atraksiyonlu şekilde almış olduğumuz hediyemizi – daha doğrusu ilki kırıldığı için 2. hediyemizi – takdim ettik ve salonda güzel bir yere yerleştirildi.

Biz gittiğimizde Emre’nin babası ve annesi de onları ziyarete gelmişti, bu beni bir tık tedirgin etmişti, misafir varken misafir gitme fikri herkes için zorludur diye tahmin ediyorum. Ama Adel’in Rus kültürünü sergilediği akşam ziyafeti ile sanırım tedirginlik iyice azalmıştı. Hatta Dilara kendine torpilli koyduğu mantı ile baya samimiyeti artırmıştı.

Geç oldu artık yatalım yol yorgunuyuz şeklinde müsade istedik. Yatmadan önce ben biraz Emre ile hasret gidermek için onun atölyeye çevirdiği bodrumdaki odasında baya bir konuştuk, uzun zamandır sevdiğin bir insanı görmeyip sonra misafirliğe gitmek insana iyi hissettiriyor…

Sabah, bir tatilde ya da yurt dışındayken kimsenin duymak istemediği bir haber ile şok olmuştuk. Dilara’nın babaannesini kaybetmiştik. İpek’in yüzündeki o şok olmuş beyninin yanmış hali gözümden hiç gitmeyecek sanırım. Neyse ki bizim yanımızda bu haberi almış oldu.

Normalde o gün güzel bir kahvaltı sonrası Kopenhag’ta keyifli keyifli gezip akşam otobüsümüze binerek geri döneceğimizi düşünüyorduk. Bir süre odamızdan çıkamadık, aramızda resmen binlerce kilometre vardı. İlk aklımıza gelen fikir Dilara’yı yollamaktı. Ancak direkt bir uçuş yoktu en erken bir sonraki gün inebilecekti İstanbul’a. Ve sadece bizim için cenazenin bekletilmesinin anlamı da yoktu. Bunu her ne kadar Dilara kabul etmek istemese de ölüye saygı ve eziyet çekmemesi için olabildiğince çabuk toprağa vermek gerekirdi. Bu sebeple kalakalmıştık, telefonla yapabileceğimiz desteği yapmaya çalıştık.

Tabii ev sahipleri kahvaltı için bizi bekliyordu, daha öncesinde haber verdim durumu sağolsunlar destek olmaya çalıştılar, güzel bir kahvaltı yaptık ortamdaki havayı Melodi’nin Trabzon Hurması yemesi bozdu, ben de daha öncesinde söylediğim sert hurma olabileceğini ispatlamış oldum Dilara’ya.

Hem telefon trafiğini yönetmek, hem de kafamızın değişmesi için dışarıya çıkmamız gerekiyordu o yüzden müsaade istedik Emre’den. Bizi merkeze bıraktı, vedalaştık. İşte o an gezmek için çok da bir hevesimiz olmasa da en azından daha iyiydik. Maalesef otobüsümüz yine akşam kalkacaktı, hava soğuktu ve moralimiz bozuktu. Moralimizi bir tek Dünya’nın en iyi Pizzası düzeltebilirdi. Ki o da düzeltmedi, hatta ona Dünya’nın en iyi pizzası bile denemezdi…

Bir yerlerde oturup vakit geçirmeye çalıştık, zaten her yer 6’dan sonra kapandığı için son saatlerimizi bir kafede oturarak geçirdik. Daha sonrasında yine indiğimiz otobüs durağından yeni otobüsümüze bindik.

Flixbus ile seyahat bu sefer daha da zorlu geçti, çünkü bu sefer kimse doğru düzgün uyumuyordu ve arkadaki eleman yol boyunca birileri ile telefonda konuşuyordu. Hamburg’a geldiğimizde çok vaktimiz yoktu hızlıca hazırlanmamız gerekiyordu uçağa yetişmek için.

Uçağa gidecek olan trene bindiğimizde trenin ilerlememesi ufak çaplı kriz yaşattı bize, çünkü meğerse trenler bazen ikiye bölünebiliyormuş. Evet baya bizim bindiğimiz kompartman ve sonrası başka yere öndekiler de farklı bir yere gidebiliyormuş. Enteresan bir kafa, biz tabii bunu hareket edince farkettik, ve manasız şekilde bir sonraki durakta indik, başka bir tren ile geri gelip tekrar havalimanı trenine bindik 🙂

Tax free mizi düzgünce yaptık ve diğer Türk vatandaşı arkadaşlara da yardımcı olduk:) He bu arada ben bir yandan da çalışıyordum, aksiyonlara bakar mısın ya? Ah ah ne çalıştık be.